Elvefa

     Merhaba.

     Okul hayatımın öğrencilik sayfasını kapatmaya sayılı günler kala kaleme alındı bu yazı. Haliyle de bir hayli karmaşık ama yine de bir parça hüzünden yana duygular gizlendi satır aralarına. İnsan bazı anlarda zamanı durdurmak ister. İçinde bulunduğu zaman dilimini sonsuzluğa yaymak. Çünkü onlar mutludurlar. Ama bazı insanlar da vardır ki zamanı geriye almak isterler, işte bunlar da pişmanlık ve özlem doludur. Duygu dünyamdaki bu hengâme arasında en ağır basanı vefa oldu ve özlemle yâd edeceğimi bildiğim bu on altı yılın hatrına bana da söz hakkı doğduğuna inanarak düşünce süzgecinden geçirmek istedim geçmişi.

     Okul deyince oyun oynadığım günler geliyor ilk olarak aklıma. Futbolu demiyorum ama. Çünkü futbol emperyalizm gibi örttü üstünü benim dünyamdaki bütün oyunlarımın. Körebenin, saklambacın, birdirbirin...

     Okul deyince her gün yanaklarımızı okşayan sabah rüzgarı geliyor aklıma. O tatlılığı soğukluğunun önüne geçmiş, bir parça irkiltip insanın uykusunu açan sabah rüzgarı.

     Okul deyince hep aşklarım geliyor aklıma. Çocukça bir aşk, acıdan uzak. Cinsel sistemlerimizin vücudumuzdaki korkunç baskısını henüz hissetmediğimiz o şiirsel dönem. Hepimizin aynı sınıfı paylaştığı bir çocukluk aşkı olmadı mı? İlk yürek çarpıntısını okulda yaşamadık mı? Hem en çok çocuklara yakışmıyor mu zaten aşk? Aşkın en temiz hali değil mi çocuklardaki heyecan? En güzel yanı da dizimiz kanamamışsa, biri oyuncağımızı kırmamışsa, ortada ağlamaya değer bir şey olmaması değil miydi? Ağlamanın en kolay olduğu dönem, en çok güldüğümüz dönem olmadı mı?

     Sahi, böylesine güzel oyunların değirmeni olan, böylesine samimi duygulara yuva olan, termometreye göre soğuk ama bir soba sıcaklığında şefkatli sınıflara sahip bu okul nasıl oldu da hayatımızın en sıkıcı zamanlarını geçirdiğimizi düşündüğümüz bir kuyu oldu, anlamak zor doğrusu. At gibi koşuşturduğumuz, kedi fare gibi boğuştuğumuz teneffüsleri özlüyorum. Kedi fare gibi diyorum çünkü hep bir çizgi film nostaljisinde anılar biriktirdik biz teneffüslerde. Otobüsteyken yanımızdaki koltuğa kimse oturmasın diye umut ettiğimiz zamanlardan, kırk kişi iken bize bol gelen sınıfları özlüyorum. Yerli malı haftasını özlüyorum mesela, o dar bütçeli ama lezzeti zengin sofraları. Menülerin çoğunun birbirine benzediği ama lezzetlerinin benzersiz olduğu zamanları. Zamanın elması bile daha lezzetli değil miydi? O ilk kitaplarımızın kokusu dünyanın en güzel kokusu, alfabeyi öğrendiğimizdeki his dünyanın en güzel duygusu olarak kalmadı mı hatıralarımızda? Halüsinasyon muydu o zihnimizde canlanan, uzaklara dalıp, ''Keşke büyümeseydik bu kadar, keşke çocuk kalabilseydik.'' dedirten yaşanmışlıklar. Dönüp bakıyorum da geçmişe; özlemişim çocukluğumu. Hani diyor ya Turgut Uyar, ''Düşünüyorum da biz, büyüyerek çocukluk etmişiz.''.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Krizantem

Soğuk Şehir