Soğuk Şehir



   Otobüs Gölbaşı'nı geçtiğinde içim kıpır kıpır olmuştu. Bütün gece uyumadım. Yolculuk boyunca gözlerimi biyolojik refleks ihtiyacı haricinde neredeyse kırpmadım diyebilirim. Gerek uykumun bir hayli ağır olması sebebi, gerekse benim adıma ilk defa gerçekleşen bu uzun soluklu yolculuğun tüm çilelerini bir kenara bırakıp, keşfedilesi lezzetine bir an önce erişebilme arzum önüne geçiyordu göz kapaklarımın . Kafamı otobüsün soğuk camına bıraktım. Gözlerimse İç Anadolu'nun Konya' yı Ankara'ya bağlayan kıvrımlı yollarının kenarlarına sık sık yerleştirilip, yolun akıbeti hakkında bilgi veren, yol boyunca bana meşgale olan trafik tabelalarındaydı. Nihayet güneş ilk ışıklarını göstermeye başladığında arkadaşlarım birer ikişer esnemeler eşliğinde gözlerini açmaya başladılar. Herkes çantalarında tuttuğu, annelerinin onları oraya koyarak bir nebze olsun içlerini rahatlattığı, yapıldığındaki sıcaklığını kaybetmiş olsalar bile anne sıcaklığını hâlâ hissettiren ev poğaçalarını, böreklerini birbirlerine ikram edip kahvaltı faslını bitirdikten sonra, öğretmenimiz rotamizdaki bazı değişikliklerden bahsetti. Bizdeki de ne talihtir ki takvim yaprakları tam da 2013 mayısının ilk gününü yani Gezi Parkı olaylarının en ivme kazandığı zamanları gösteriyor. Ankara için Kızılay oluyor bu olayların yansıması ve feragat ediyoruz bu güzide yeri gezmekten.

   Otobüsten inip yürümeye başlıyoruz biz, kaptan da uyumaya. Güneşin sıcaklığını esirgediği sokaklardan geçiyorduk. Sanıyorum şehrin ehemmiyetine, ağırlığına yakışmayan, hatta zarar veren bir semtti kalenin eteklerine kurulan gecekondu yığını. Buranın insanları sabaha kadar "vur patlasın çal oynasın " deyimiyle eğlenir, kendini kaybeder, sabahın ilk ışıklarıyla da uykuya dalarlarmış, ve çok da tehlikelilermiş. Öyle söyledi tur rehberimiz. Nihayet zirveye çıkıp kalenin surlarında gezinmeye başladığımda, tüm ihtişamıyla ayaklarimin altındaydı Ankara. Hissettiğim o tarif edilemez duyguyu ne kadar uğraşsam da bu satırlara sığdıramazdım. Nitekim böyle anlarda hep şair olası gelir insanın. Fotoğraf makinesi almadım yanıma. Bu müstesna güzellikleri belgelemek için bile olsa, gözlerimi bu capcanlı gerçeklikten çekip, fotoğraf makinesinin sanallığına bırakmak istemiyordum. Bu kısacık günde ne kaybedecek bir ânım ne de boca edecek zamanım vardı. Arkadaşlarım fotoğraflarıyla, bense bu koca şehirle ilgileniyordum. Ve işte: şehir tüm çıplaklığıyla karșımdaydı. Ne bu soğuk şehrin insanları, ne arkadaşlarım, ne de sınıf öğretmenim farkındaydı şehirle konuştuklarımızın. Çankaya; sınıfın en güzel kızıymışcasına göz kırpıyordu. El sallıyordu gizliden bana 19 Mayıs Stadyumu.

   Ama Anıtkabir "gel" diyordu sessizce. Sessizce ama çığlık dolu. Susuyor ama haykırıyordu. Boynu bükük ama heybetli. İçinde acılar var ama kazanmış, mutlu. 80 yıl geçmiş ama ilk günkü kadar huzurlu. 'Gel' diyordu sessizce, ve gönlüm hep oradaydı benim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Krizantem

Elvefa