Krizantem


     Bu metne dair anekdot niteliğinde bir kaç not düşmek istiyorum. Yazının daha anlaşılabilir olması ve anlamlı hale gelmesi için bunu yazma ihtiyacı hissettim. Söz konusu yazı, hala oksijenini solumakta olduğum İzmir'in alelade yağmurlu günlerinden birinde yazıldı. Dünden daha güzel olmayan bir günde, Buca'nın herhangi bir semtinde, insanlar için sıradan, benim içinse kabaca kötü diyebileceğim iki küçük özel anıya sahiplik eden bir parkta duraksadı adımlarım. Halk dilinde boşluğa bakmak denilen şeyi, yani şehrin pek de hoş manzaralarından sayılmayan küçük bir kesitini seyre daldım. Sigarama, saçlarımda hissettiğim küçük yağmur taneciklerinin yanı sıra bir sanatkârın dizeleri eşlik ediyordu. Bir süre hayal aleminde gezindikten sonra o şair arkadaşın musikisine bir nazire yazma fikri şimşek çakmışcasına belirdi zihnimde. "Sever adım" diyordu o şair, koşar adım gittim ben de eve. Bir çırpıda dökülüverdi kelimeler ardarda. Güzel bir şiir çıkmıştı ortaya fakat etraflıca düşünüp bazı yerlerde paragraflar oluşturarak manzum-mensur karışık bir ürün meydana getirdim. Neticede tatlı bir heyecana bağlı tebessüm kattım yüzüme. Umarım size de gerekli hissiyatları verir. Hayat hep dört mevsim ve bu döngü hep sürecek. Yağmurdan sonra gökkuşağı beklemek de hep bir umut, yeter ki don vurmasın toprağınıza. 



KRİZANTEM


İzmir'e öyle çok yağardı ki yağmur

Kaldırımlar taşar, kırılgan şemsiyeler savrulur 

Çalarken tehlike çanları eski binalar için, çökme tehlikesine karşın altında beklememeyi önerirdi semtin belgesel tadındaki ihtiyarları. Ki ben hep altında bekledim o binaların, yağmur dinene kadar bekledim. Çoğu zaman da dinmedi halbuki. Hem ben kaldırımlar arası yolculuklar yaptım, biri diğerinden daha güvenli olmayan. Ve çoğu, okula yetişmek için yürünen mecburi yollar dışında: Kursağımızda kalmasın diye 101 hevesimiz, ya da boşuna beklemesin diye davetlilerimiz. 

İzmir'e öyle sert yağardı ki yağmur;
Trafik bir anda tıkanır, kornalardan kulaklar sağır. Yıllık izne çıkmış sanki trafik ışıkları, her günkü istikametin tersini gösteriyor levhalar. Yetişemezken silecekler buğulu camı temizlemeye ve adımlarını korkarak atarken gözlüklü çocuk, şu el ele yürüyen sevgililere ne de yakışır bir yağmur ıslağı. Özgürlük vererek şemsiyeye, hastalığa meydan okuyan bir yolculuk bu. 
-ki bütün plan 400 metrelik caddeyi bilmem kaçıncı kez yürümekken. 

İzmir'e öyle zamansız yağardı ki yağmur;

Sorgulanır tüm bilinenler, bir iç çekerek. Kaba saba bir küfür savurulur şehrin iklimine, çok da çirkin olmayan. Balkonda bir öğleden sonra güneşine karşı asılmış, rutubeti geçse de henüz kurumamış çamaşırlarını toplayamayan kadının feryadı olsa keşke bu şehrin en büyük geç kalmışlığı.Ve yalnız ıslanıp da filtresi duman vermemeye başlayınca yere attığı cigara olsaydı bir amcayı yarım bırakan. Ötekileştirilmiş insanlar mesken tutmuş bu şehrin her köşe başını. Siyasi görüşü ya da sosyal statüsü değil oysa bu acınası duruma iten. Maddi imkansızlıklardan ziyade sevgi yetmezliği. Duygu dünyasındaki berceste hislerin üzerine ihtiras yağmurları yağdıran bir avuç insanın sebep olduğu bu şehrin canhıraş yaşantısından bahsediyorum. 

Ben torosların küçük çocuğuyum 

Bilirim ama bir körfez kızı nasıl sevilir
Bir kadının gülüşünde nasıl hayat bulur insan, bilirim
Ki hiçbir şey bilmiyordum bu yolculuğa çıktığımda 
Akdeniz'in yoksul bozkırından Anadolu'nun avrupasına 

İzmir'e öyle acımasız yağardı ki yağmur 

Sokaktan bir çocuğu çevir de sor, hava nasıl soğur 

İklimler arası yolculuklar yaptım ben, biri diğerinden daha sıcak olmayan. Ve hep çocukluğuma takıldım İzmirin ara sokaklarında. Garip bir okul zili melodisinde, yahut çok da eğlenceli olmayan bir çizgi filme monte edilmiş bir dizi piyano ıslığında. Manasız kalabalıklar arasında yitip gittim çoğu zaman. Yeni bir güne yeni bir kadınla uyanmadım mesela. Göz kapaklarım işlevinden çok ağrı verdi gözlerime. Yalan değil, yağlı saçlarımı örtmeye kimi zaman yetti yağmur. Siyahiye ramak kalmış tenimin fark edilmediği de oldu şehrin sis grisinde. Coğrafya kitaplarına geçmek istedim bir de; iklimini cebinde taşıyan adam yakıştırmasıyla. Bilirsin, avuçlarımda güneşi gizlerim ben. Yüreği ellerinde olmak da der buna edebiyatçılar.  
Sahi, ellerinde terleyen ellerimi yıkasam geçer miydi? Bak, sokaklar nasıl da tertemiz oluyor her sağanakta. Hoş, asfaltı ikiye bölen şeritin diğer tarafına geçmemek için kılı kırk yaran insanımız yere çöp atmayıverse de olur ya. Ki böylesi küçük çabalar büyük insanlara mahsustur. Amiyane bedenlerde gizlenmiş yüce ruhlara... 

İzmir'e en güzel kasımda yağar yağmur. Taze aşk kokuları yükselir yerden, toprak kokusu değil. 
Bırakın döksün ağaçlar yaprakları, kime nesi. Bırakın, bu şehre de yakışır kirli bir sanayi grisi. Hep bahar çiçekleri filizlenecek değil ya. 
-ki o ihtimalde de taç yapardım sarı saçlarına
Ellerimde açtırdım ben sana bir gülü, öylesine bir cadde üstü lokantasında yediğimiz öğrenci işi bir yemekten sonra elime geçen bir kuru peçete kağıdıyla. İzmire en güzel kasımda yağar yağmur. Ondan sonra yağanlarsa hep bir şeyleri temizlemek içindir. Çünkü kasımdan sonra hiçbir şey yolunda gitmemiştir. Adına popüler kültürde krizantem derler, bir kasımpatı yeşerttim saksıda. Mayısın yirmi birini görsün istedim ama yenik düştü zamana. Sonradan öğrendim, hüzün yakıştırılmış bu bitkiye, ölüm çiçeği derlermiş adına. Bilmiyorum, kıskandı bizi belki bu şehir. Tam da ekvatoruna inmişken mutluluk denen şeyin. 

İzmir'e öyle şiir yağardı ki yağmur;

Hak getire, tüm şairanelikleri boşa çıkaran bir cümbüş buHiçbir ressam fırça sallayamaz bir çift gözün gördüklerine. Ve el ele görmeyecek bizi bir daha bu serseri kaldırımlar. Kaldırımlar, Necip Fazıl'ın kaldırımları. 

"Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur 

  Ne senin anladığın kadar kaldırımları" 

Şimdi ve sonra 

Ne zaman İzmir'e yağmur yağsa 
Bir kuytuya sığınıp sigara yakıyorum 
Gözümün önüne bir daha yaşayamayacağım aşkları getirerek
Ve hala seni severek
Ki bundan hicap duyarak
Ve her gün biraz daha yok oluyorum
Maalesef. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Soğuk Şehir

Elvefa