Kayıtlar

Krizantem

     Bu metne dair anekdot niteliğinde bir kaç not düşmek istiyorum. Yazının daha anlaşılabilir olması ve anlamlı hale gelmesi için bunu yazma ihtiyacı hissettim. Söz konusu yazı, hala oksijenini solumakta olduğum İzmir'in alelade yağmurlu günlerinden birinde yazıldı. Dünden daha güzel olmayan bir günde, Buca'nın herhangi bir semtinde, insanlar için sıradan, benim içinse kabaca kötü diyebileceğim iki küçük özel anıya sahiplik eden bir parkta duraksadı adımlarım. Halk dilinde boşluğa bakmak denilen şeyi, yani şehrin pek de hoş manzaralarından sayılmayan küçük bir kesitini seyre daldım. Sigarama, saçlarımda hissettiğim küçük yağmur taneciklerinin yanı sıra bir sanatkârın dizeleri eşlik ediyordu. Bir süre hayal aleminde gezindikten sonra o şair arkadaşın musikisine bir nazire yazma fikri şimşek çakmışcasına belirdi zihnimde. "Sever adım" diyordu o şair, koşar adım gittim ben de eve. Bir çırpıda dökülüverdi kelimeler ardarda. Güzel bir şiir çıkmıştı ortaya fakat etraflıca

Soğuk Şehir

   Otobüs Gölbaşı'nı geçtiğinde içim kıpır kıpır olmuştu. Bütün gece uyumadım. Yolculuk boyunca gözlerimi biyolojik refleks ihtiyacı haricinde neredeyse kırpmadım diyebilirim. Gerek uykumun bir hayli ağır olması sebebi, gerekse benim adıma ilk defa gerçekleşen bu uzun soluklu yolculuğun tüm çilelerini bir kenara bırakıp, keşfedilesi lezzetine bir an önce erişebilme arzum önüne geçiyordu göz kapaklarımın . Kafamı otobüsün soğuk camına bıraktım. Gözlerimse İç Anadolu'nun Konya' yı Ankara'ya bağlayan kıvrımlı yollarının kenarlarına sık sık yerleştirilip, yolun akıbeti hakkında bilgi veren, yol boyunca bana meşgale olan trafik tabelalarındaydı. Nihayet güneş ilk ışıklarını göstermeye başladığında arkadaşlarım birer ikişer esnemeler eşliğinde gözlerini açmaya başladılar. Herkes çantalarında tuttuğu, annelerinin onları oraya koyarak bir nebze olsun içlerini rahatlattığı, yapıldığındaki sıcaklığını kaybetmiş olsalar bile anne sıcaklığını hâlâ hissettiren ev poğaçalarını, bör

Nazire

Benim memleketimin verimli toprakları vardı  Erik, kayısı olurdu; yeri yoktu kamışın Yaz erken gelir, güneş martta doğardı Ondandır her açan çiçeği bahar sanışım Benim memleketimin dağ zeytinleri olurdu, harap Onları aşılar da meyve alırdı halkım Bir şehir goncasına düştük de Ya Rab Nasıl da dağıldık salkım salkım  Benim memleketimin çileli yolları vardı, hem dar Ama herkes aynı yolu yürürdü, yoktu kestirmesi Burda yollar çatallanmıș arkadaş, kılamazsın karar Neresidir ihanet sokağı ve nerede sevgi caddesi  Benim memleketimde bütün çiçekleri sularlardı Ne kaktüsün dışlandığını gördüm, ne lalenin kayırıldığını Kaktüs de çiçek açar, yeter ki sula derlerdi  Umudumu kestim ben, görünce hayallerimin devrildiğini  Benim memleketimde hikayeler anlatılırdı, mutlu biten Sonunda hep iyiler kazanırdı  Ama bu öyle değil, söylüyorum varsa beni işiten  Bu hikaye yarım kaldı, yarım kaldı... 

Elvefa

     Merhaba.      Okul hayatımın öğrencilik sayfasını kapatmaya sayılı günler kala kaleme alındı bu yazı. Haliyle de bir hayli karmaşık ama yine de bir parça hüzünden yana duygular gizlendi satır aralarına. İnsan bazı anlarda zamanı durdurmak ister. İçinde bulunduğu zaman dilimini sonsuzluğa yaymak. Çünkü onlar mutludurlar. Ama bazı insanlar da vardır ki zamanı geriye almak isterler, işte bunlar da pişmanlık ve özlem doludur. Duygu dünyamdaki bu hengâme arasında en ağır basanı vefa oldu ve özlemle yâd edeceğimi bildiğim bu on altı yılın hatrına bana da söz hakkı doğduğuna inanarak düşünce süzgecinden geçirmek istedim geçmişi.      Okul deyince oyun oynadığım günler geliyor ilk olarak aklıma. Futbolu demiyorum ama. Çünkü futbol emperyalizm gibi örttü üstünü benim dünyamdaki bütün oyunlarımın. Körebenin, saklambacın, birdirbirin...      Okul deyince her gün yanaklarımızı okşayan sabah rüzgarı geliyor aklıma. O tatlılığı soğukluğunun önüne geçmiş, bir parça irkiltip insanın uykusun